DİLBER DURAL
Kendini doğa ve toprak sanatçısı olarak tanımlayan, 30 yılı aşkın sanat hayatında doğduğu ve yaşadığı Anadolu doğasını yorumlayan puantilist eğilimli resimleriyle tanınan usta ressam Mahmut Celayir, İş Sanat Kibele Sanat Galerisi ev sahipliğinde Peykerun Sergisini sanatverseverle buluşturdu. 16 Nisan’a kadar ziyarete açık kalacak sergide Celayir, izleyicilere 1970’lerden günümüze uzanan doğa manzarası üstüne temellenmiş eser üretiminin önemli bir kesitini sunarken, yerel malzemeden yola çıkarak çağdaş bir dil oluşturmanın panoramasını da çiziyor. İş Sanat Kibele Sanat Galerisi’nde bir araya geldiğimiz Celayir ile biraz kendi hikayesini biraz da taşların ötesinde Peykerun Sergisini konuştuk.
Bingöl’de doğup Almanya’da sanat eğitimi alıyorsunuz. Bingöl’den Almanya’ya doğru sanatsal bir yolculuğa çıkmış birisi olarak şunu merak ediyorum: Bu göç sanatınıza nasıl yansıdı?
ARTIK BİRAZ MODERN GÖÇEBEYİM
Almanya’dan dönüş kararınızda ne etkili oldu? Giderken dönmeyi düşünmüş müydünüz?
Hayır, hiçbir zaman ben artık işte burada kalacağım diye bir düşüncem olmadı ama biraz her şeyi zamana bıraktım. Zaten ben her yaz köye geliyordum o büyük bir şanstı. Yani iki üç ayı mutlaka Bingöl’de doğa içinde, köyde geçiriyorum. Bir de ailemle beraber olmak önemliydi. O yüzden ilişkim burayla hiç bitmedi. Bir süre ara verdim. Daha sonra buradaki sergiler de devam etti. Yani hem burada hem Almanya’da yaptım. Almanya’da müzelerde de sergiler açtım, önemli sergilerde yer aldım. Ondan sonra önemli ölçüde bırakıp buraya geldim. Ama artık biraz modern göçebeyim. Bir taraftan Bingöl kendi köyüm, bir taraftan İstanbul, bir taraftan Almanya.
Küçük yaşlarda, çocukluğunuzda müzikle tanışmışsınız. Bingöl dağlarında Beethoven dinliyormuşsunuz. Peki neden müzik değil de resim?
KAZANDIĞIM ÖDÜLLE AİLEME BİR CİNS İNEK ALDIM
Ailenizin yaklaşımı nasıl oldu resme?
Ailemin her zaman benim çizdiğim yola bir saygısı oldu. Ben de onları mahcup etmemeye çalıştım. Beni o anlamda zorlamadılar. Hatta okul dönemindeyken burada 10 bin liralık bir ödül aldım. Çok fazla paraydı bu o dönemler için. Çok enteresandır. O 10 bin liranın, iki bin beş yüzünü aileme gönderdim. Onunla güzel bir cins inek aldılar. Geride üç bin beş yüz lira ile de dual hs 130 pikaplar vardı. O zaman çok az bulunurdu. Biz böyle gider bakardık hayranlıkla ve onlara sahip olma durumumuz, rüyamız bile yoktu. Fakat o parayı kazanınca ilk işlerimden biri de o üç bin beş yüz lirayı götürüp öyle bir pikap almak oldu. Ondan sonra Karaköy’de plakçı dükkânı vardı. Bu tür klasik plaklar satıyordu. Üç tane de plak aldık. Artık iki üç gece sabahtan akşama kadar onları dinleyip vakit geçirdik. Yani ailem tabii gördü. Bu işin bir şeyi var, başka bir yanı var. O yüzden beni sürekli desteklediler, yanımda oldular.
DOĞA BENİ RESME YÖNLENDİRDİ
Sanata olan merakınız, resimlere olan merakınız nereden geliyor?
Motivasyonunuzu nasıl sağlıyorsunuz peki ?
Doğanın içine giderek bir taraftan da tabii kendini besleyerek. Entelektüel beslenme, okuma izleme, diğer sanatları görerek. Yeni şeyler, çağdaş anlatımlar hem sinemada olsun hem resim de bir şey anlatma isteği bayağı heyecan veriyor. Diyoruz ki; ne güzel yapmış, neyi anlatmış acaba? Yeni bir şey bulmanın heyecanı çok güzel bir tutku aslında. Bizi sürükleyen de bu budur. Yaratma gücü veren bu tutkudur.
PEYKERUN BİRAZ ŞİİRSEL BİRAZ DA VAROLUŞSAL BİR YER
Peykerun’u bir de sizden dinleyelim…
Bana çok iyi geldi. Oraya bir şükran borcu olarak bu ismi kullandım ve benim için kimlik, dil önemli. Ana dilim Zazaca. Bunu insanlar bilsinler. Bu ülkedeki kültürel çeşitliliği, kültürel zenginliği ve buna saygı duyulması gerektiğini biraz vurgulamak için seçtim. Biraz da simgesel, düşsel, varoluşsal bir yer. Bir sanatçı için bir kozmik bir yer. Her şey söylenebilir.
Resimlerinizde kendi kültürünüzden mi besleniyorsunuz öyleyse?
Sanatla insanlara hayat gücü veririz belki
Sanatçı yaşadığı coğrafyanın sanatını şekillendiriyor. Yaz aylarını Bingöl’de kendi köyünüzde geçirdiğinizi, doğa gezintileri yaptığınızı ifade ediyorsunuz siz de. Merak ediyorum, Bingöl değil de başka bir coğrafyada yaşıyor olsaydınız sanatınızda, resimlerinizde yine doğa, toprak temasını görebilir miydik?
Bilemiyorum tabii. Ama asıl dert bir şeyler anlatmak. İnsan çocukken dünyayı farklı görüyor. Daha mutlu, daha sevecen, daha iyimser. Fakat zaman geçtikçe tabii sorunlar ortaya çıktıkça biraz her şeyin aslında yolunda olmadığını fark ediyor. İşte buna karşı ben de bir şeyler söyleme isteği duydum. Bir şey yapmak, karşı koyma isteği aslında. Sanat öyle bir şeydir aslında. Muhtemelen farklı bir coğrafyada yaşıyor olsaydım yine sanatçı olmayı seçerdim ama doğayı mı seçerdim bilmiyorum.
Sergiyi gören ziyaretçiler ne düşünsün, neler hissetsin ya da bu sergi onlarda nasıl bir his bıraksın istersiniz?
Kültürel bir kimliği aslında vurguluyorum
Sergilerinizin, resimlerinizin ismi hep Zazaca. Özel bir sebebi var mı? Farklı isimler olunca insanlarda daha da merak uyandırıyor. Mesela Peykerun ismini görünce daha da meraklandım.
Daha önce tabii Türkçe isimler kullandım ama son dönemde bana daha enteresan geliyor. Çünkü bir işe isim takmak biraz zorlayıcı. Resimlere bile isim vermekte çok sıkıntı çekerim. 1-2 kelimeyle nasıl anlatırsın? Yani bu yüzden mümkün olduğu kadar biraz gizemli, biraz uzak bir şeyi bulmaya çalışıyorum. Bir sebebi o, bir de öbür sebebi de dediğim gibi yani kültürel bir kimlik. Geldiğim yöreye bir saygı ifadesi olarak kayıt altına girsin. İnsanlar bunu görsün, anlasınlar veya sorsunlar. Biraz tabuları yıkmak istiyorum. Burada kültürel bir kimliği aslında vurguluyorum.